“Tüfek, Mikrop ve Çelik” belgeseli, Jared Diamond’ın aynı adlı eserinden uyarlanmış ve insanlığın tarihini coğrafi ve biyolojik faktörler üzerinden irdeleyen bir yapım. Belgesel, farklı kıtalardaki toplumlarda gelişmenin neden farklı seyrettiğini sorgularken, coğrafi konumun, iklimin, tarımsal üretimin ve hastalıkların rolünü mercek altına alıyor.
Belgeselin ilk bölümü, 13.000 yıl önce tüm dünyada avcılık ve toplayıcılığa dayalı bir yaşam tarzının hakim olduğunu gösteriyor. Papua Yeni Gine örneği üzerinden coğrafi konumun ve gıda kaynaklarının kısıtlılığının gelişmeyi nasıl engelleyebildiğini gözler önüne seriyor. Kuraklığın tetiklediği değişimler ve tahıl ambarlarının inşasıyla yerleşik düzene geçişin temelleri atılıyor. Çiftçiliğin gelişmesi, en verimli ürünlere erişim ve hayvanların evcilleştirilmesiyle ivme kazanıyor. 140 hayvan türünden sadece 14 adedinin evcilleştirilmesi ve bu evcilleştirilen hayvanların avrasya bölgesinde olması da cografik bir avantajdır. Örneğin sabanın icadi ve ineklere takılması onların kas gücüyle daha verimli kullanılması çok sayıda insanın beslenmesi için büyük bir ivme kazandırmıştır. Bu sayede çiftçilik yapmayan insanların daha farklı yetenekler üzerinde vakit harcamaimkanı sağlamış ve bilmin gelişmesine olanak sağlamıştır. Ateş, çelik üretimi, kil işleme ve duvar örme gibi teknolojik gelişmeler ise uygarlıkların ilerlemesine katkıda bulunmuştur. Bereketli Hilal bölgesi gibi coğrafi avantajlar, tarımsal üretimde ve teknolojik gelişmelerde öne çıkmayı sağlıyor.
Belgeselin ikinci bölümünde, İspanyolların Orta Amerika’yı sömürmesi ve İnka İmparatorluğu’nun çöküşü ele alınıyor. Çelik ve barutlu silahlar gibi teknolojik ve silahlanma üstünlüğünün Avrupa’ya sağladığı avantajlar vurgulanıyor. İnkaları tüfek, mikrop ve çelik (kılıç) ile yenen İspanyol’ların 20 ton altını gibi değerli kaynakları Avrupa’ya taşıdığı bilgisi verilmiştir. Yazının ve matbaanın icadı ile bilginin yayılması ve Avrupa’nın bu alandaki hakimiyeti de dikkat çekici bir şekilde işleniyor. Avrupa’dan gelen hastalıkların yıkıcı etkisi ve yerel halklarda antikor eksikliği, sömürgecilik sürecinde önemli bir rol oynuyor. Avrupa’nın hastalıklara karşı geliştirdiği genetik direnç, bu coğrafyadaki toplumların hayatta kalma ve gelişme şansını artırıyor.
Belgeselin üçüncü bölümü Afrika’nın sömürgeleştirilmesine odaklanıyor. Trenyolları ve demiryollarının sömürgeci güçlerin hakimiyet alanlarını genişletmede oynadığı rol vurgulanıyor. Güney Afrika’daki Hollanda’lıların kolonizasyon örneğinde Avrupa iklimine benzerliğin ve tarımsal üretimin kolaylaşmasının sömürgecilik sürecini nasıl kolaylaştırdığı görülüyor. Umit burnu Avrupanin bir aynasi gibiydi dolayısıyla orada iyi yerleştiler ama ekvatordaki oğlak donencesi ise tropical bolgeydi. 2 mevsim, kurak ve yağışlı mevsim. Bugday ve arpa bu iklimlerde yetismezdi. Ekvatoral bölgedeki farklı iklim ve hastalıklar ise Avrupalıların bu bölgedeki hakimiyetini zorlaştırıyor. Sıtma hastalığı gibi endemik hastalıklar, Avrupalıların Afrika’ya yerleşmesini engelliyor. Fakat bakir elmas ve altin yuzunden surekli sömürülmeye devam ediyor. Belçikalilar oradaki yerel halki bu şekilde kullandı. Avrupalilar daha fazla demiryolu yaparak umit burnundan tropik bolgenin kalbi olan kongoya kadar yapıldı. Dogal kaynaklari somurmek için. Tonlarca maden hala taşınıyor.
Belgeselin son bölümünde değinilen Singapur ve Malezya örnekleri, coğrafi konumun ve iklimin kader olmadığını, ortak çaba ve dönüşümle gelişmenin mümkün olduğunu gösteriyor. Afrika’nın tropik iklimine benzer bir coğrafi konuma sahip olmalarına rağmen, bu iki ülke kalkınma konusunda önemli bir başarı hikayesi yazmayı başarmıştır.
Singapur ve Malezya’nın kalkınma başarısının temelinde yatan en önemli faktörlerden biri, sıtma gibi endemik hastalıklarla mücadelede gösterilen kararlılıktır. Bu ülkeler, ortak bir çabayla sıtma hastalığını kontrol altına almayı başarmış ve bu sayede nüfuslarının sağlıklı ve üretken kalmasını sağlamıştır.
Sonuc olarak cografya insanlara ustunluk verdi. Avrupalilar mikrop ve celigi gelistirdiler ve dunyayi fethetmke için kullandilar. Tropik mikroplar afrikayi hala yoksulluga sürüklüyor. Fakat malezya ve Singapur da afrika ile ayni tropik iklime sahip olmalarina rağmen, gelismis ulkelerdir. Bunun sebebi ortak bir caba ile dönüşüm sagladilar. Sıtmayi sonlandirdirlar. Daha verimli bir ekonomi yaratarak refah duzeyini yukselttiler.
Belgeselden Çıkarılan Dersler:
Coğrafya ve biyoloji, insanlığın tarihini önemli ölçüde şekillendiren faktörlerdir. Farklı coğrafyalarda ve iklimlerde gelişmenin farklı seyretmesinin ardında yatan nedenler karmaşıktır. Sömürgecilik süreci, günümüzdeki eşitsizliklerin önemli bir kaynağıdır. Ortak çaba ve dönüşümle, coğrafi ve biyolojik engellerin üstesinden gelmek mümkündür. Singapur ve Malezya’nın kalkınma hikayesi, gelişmekte olan ülkeler için önemli bir örnek teşkil etmektedir.
0 yorum