4. gün
KİLİMÇE -SON KÖL
Heyecanla beklediğimiz Kırgızistan gezimiz büyük bir coşkuyla başlamış, 4.günün raporu uçakta çekilen kurada Yıldız hanım ile bana çıkmıştı. Heybeliada’ da yaptığımız toplantıda Yıldız hanım ata hiç binmediğini ve bu seyahatten korktuğunu söylediğinde gezi boyunca ben sana yardımcı olacağım diye cesaret verdim, kurada birbirimizi çekmemiz de hoş bir tesadüf oldu.
Üçüncü gün, tüm gün at binmenin verdiği yorgunluk ve gecenin soğukluğu nedeniyle 4.gün sabahı hepimiz biraz yorgun ve uykusuz uyandık. Sabah kahvaltı saat 8.00 de olmasına rağmen,tüm arkadaşlar erken yurtların önünde toplanmış,geceyi nasıl geçirdiklerinin kritiğini yapıyorlardı. Güneş; soğuk gecenin ardından, herkese iyi geldi. Sıcak bir sabaha uyanılmıştı. Hep beraber kahvaltıya geçtiğimizde, Ece; yöresel PİRAŞKİ yapmıştı herkese. Piraşki, içine patates konulup,yağda kızartılan ; bizde pişi,kulaç benzeri isimler alan hamur kızartması. Yeni yapılmış olması, sıcak sıcak ikram edilmesi hepimizi çok mutlu etti. Yine nefis reçeller ve çay eşliğinde Piraşkiler yenildi. Saat 9:00 da tekrar atlara binilmek üzere boş alanda toplanıldı.
Atlar getirildiğinde ,koşum ve eğerler önceki günün aynı olmadığından ;atlarımızı tanımakta zorlandık. At;öne çıkartılıp,seyisimiz ”bu at kimin” dediğinde, çoğumuz tek seferde; ”benim” diyemedik. Herkesin atını bulup, binmesi, yola hazır hale gelmemiz biraz zaman aldı. Karışıklık yüzünden bizi KİLİMÇE’de ağırlıyan ECE ve BAYKE’ ye doğru düzgün teşekkür edemeden yola koyulduk.
Bu parkur ,bir önceki gün atla geçtiğimiz parkura göre daha zorluydu, hem daha yükseğe çıkıyordu, hem yol kayalık ve taşlıktı. Öyle bir dar geçitten geçtik ki; atlar iki kayanın arasından birbirini bekleyerek sırayla geçmek zorunda kaldılar. Yer taşlık olduğu için, atların ayaklarının kayma ihtimali yüksekti, yavaş ve dikkatli yol alıyorduk.At üzerinde yaklaşık 3 saat kadar gittikten sonra geldiğimiz yollara şöyle bir göz attığımda işte özgürlük bu dedim, o dağlar ve vadiler beni sonsuzluğa doğru alıp götürdü, NESİMİ’ nin dizeleri aklıma geldi ve mırıldanmaya başladım.
“GAH ÇIKARIM GÖKYÜZÜNE SEYR EYLERİM ALEMİ
GAH İNERİM YERYÜZÜNE SEYR EYLER ALEM BENİ”
Kayalık taşlık parkurumuz bizi ,SON KÖL denilen konaklayacağımız yere götürüyordu. Kayalıkları tırmanınca öyle bir mola yerine geldik ki; geçtiğimiz zorlu parkur, hepimizin aklından çıktı. 3400 metre yükseklikten aşağıda Son Köl’ün muhteşem manzarası insanı büyülüyordu. Üstelik telefonlar çekiyordu. Hepimiz yine Bayke’lerin yardımlarıyla teker teker atlarımızdan indik.Manzaranın güzelliğine kendimizi bıraktık.
Hemen tuvalet ihtiyacı için pratik çözüm üretildi. Kızlar sol tarafta ki kayalıkların arkasına, erkekler sağ tarafta ki. Mola yaklaşık 30-40 dk.kadar sürdü. Son Kol manzarası seyredildi. Beraberimizde getirdiğimiz kurabiyeler yenildi. Bu arada atlardan bir kaçı toplanma alanından uzaklaşıp alıp başını gitmişler. Tekrar at binme zamanı geldiğinde farkına varıldı. Atları olanlar at bindi,atları kaçanlar atlarını Bayke’lerin getirmesini bekleyip öyle atlarına bindiler. Şimdi Son Köl ‘e doğru iniş parkuruna geçilmişti. İniş yolunda taşlık, kayalık yol bitmiş,otlarla kaplı yollardan geçiyorduk. Yine grupta ”çuu” ”çuu” (atı hızlandırmak için söylenen komut) sesleri yükseliyor , yine- benim atım çok yavaş, hep arkada kalıyor- şeklinde sızlanmalarımız devam ediyordu. Atlar ilginç şekilde gruplara ayrılıyor, kimi en önde kimi en geride bir kaç grup halinde seyahat ediyordu. Konaklama yeri Son Köl aşağıda görülmeye başladı,atlar da konaklama yerine yaklaştıklarını anladılar ve hızlanmaya başladılar. Hatta aralarından bazıları bir an önce varmak için parlayınca, onlardan etkilenen bir kaçı hızla koşmaya başladı. Bu esnada arkadaşımız Jale Hanım attan düştü. Çok şükür düştüğü alan ,yumuşak düz zemin ve çimenlikti. Hafif yaralanmayla bu büyük kazayı atlattık. Zorlu, eğlenceli, yorucu aynı zaman da muhteşem manzaralarla dolu 5.5 saatlik at yolculuğumuz Son Köl Yurt’larına vardığımızda son buldu . Atlarla vedalaşma zamanı. İki gün boyunca atlarla bir bağ kurulduğundan vedalaşma buruk geçti. Atlara binmemizde, inmemizde bize yardımcı olan Bayke’lere,grup liderimiz Recep Bey; bu yolculuk boyunca ”bizi güvende hissettirdikleri için ” çok teşekkür etti. Hepimiz de teker teker Bayke’lere teşekkür ettik.
Yurt paylaşımı yapıldıktan sonra ,öğle yemeğinin ve tüm yemeklerin verileceği yurda geçtiğimizde; hepimiz çok mutlu olduk. Hazırlanan sofra çok zengindi. Meyveler bol bol konulmuş, hatta peynir bile göze çarpıyordu. İlk ikram edilen çorba ”Borç çorbası” çoğunluğun bildiği ve daha önce evlerinde içtiği çorba.Yine Kırgız kültürünün ,kültürümüze yakınlığı, yine halkların kardeşliği bir kez daha karşımızdaydı. Sonra ki yemek GAN FAN yemeği. Rehberimiz Uzakbek bu yemeğin Çinliler ve Duhan’lardan etkilenerek Kırgızlar tarafından yapıldığını söyledi. Hafif acı,sebze ve pilavdan oluşan yemek güzeldi. Fakat yemeğin favorisi karpuzdu. Leziz sulu karpuz hepimiz tarafından iştahla yenildi.Yemekten sonra biraz dinlenildi ve Son Köl’e yüzmeye gitmek için hazırlanıldı.
Yüzdükten sonra yurtlara ( Boz Üy) geri dönüldü. Saat 4:00 te hazırlanan çay saatinde bizi ikinci bir sürpriz daha bekliyordu. Yoğurt. Masada ki yoğurt yüzleri güldürdü. Yine reçeller yoğurtla , çayla tüketildi. Bütün reçeller tadıldı. En çok beğeni Vişne reçeline geldi. Kırgızca Akça denilen vişne ve Frenk üzümü reçeli sofranın favorileri oldu. Çaylar içildi,kahve faslına geçildi. Türkiye’den beraberimizde getirdiğimiz kahve, cezve ve fincanlar çabucak çantalardan çıkartıldı. Zerrin arkadaşımızın elinden kahvelerimiz keyifle içildi.
Kahve içen arkadaşlarımızdan bazıları (Ebru hanım,Hülya hanım, Recep bey, Sevgi hanım) yemek yurdundan ayrılmayıp, derin bir sohbete devam ederken; diğer grup arkadaşlarımız yurt çocukları ile oyunlar oynadı, uçurtma uçurdu, top oynadı. Çocukların top oynarken, uçurtma uçururken yaşadıkları sevinç; kelimelerle anlatılamayacak kadar güzeldi.
Ben Tahtakale’den aldığım gümrükten zorlukla geçirdiğim uçurtmamı hazırlamaya başladım, Ünsal bey de mühendislik harikası uçurtmayı uçurmaya başladı. Ben tam uçurtmayı uçurmaya başlayacaktım ki 13 yaşında bir kızın koşarak bana doğru geldiğini gördüm, yanıma gelince işaret diliyle uçurtmayı uçurmak istediğini anlatmaya çalıştı, bende uçurtmanın üzerindeki kız resminin ona benzediğini ve uçurtmayı ona hediye etmek için getirdiğimi anlatmaya çalıştım. O anda o çocuğun gözlerindeki sevinç ve mutluluk görülmeye değerdi ve ağzından Türkçe bir kelime döküldü, bana BABA diyerek başını göğsüme yasladı, o anda aramızda inanılmaz bir sevgi bağı oluştu, hissettiklerim kelimelerle anlatılacak gibi değildi.
ALİYA’nın Şungarbek isminde yaramaz ve haylaz küçük bir kardeşi vardı. Oba içersinde hepimize yetiyordu, hatta bir ara Aliya’yı, Türkan’ı ve Suna’yı küçük bir çocuk arabasına bindirip gezdirmesi görülmeye değerdi. Bu arada ALİYA’nın da at üzerinde hepimize yaptığı show çok hoştu.
Rapor arkadaşım Yıldız bana balonları hazırlamamda yardımcı oldu, ama ne yazık ki iki balonda yolda hasarlanıp yırtıldığı için fazla uçamadı ve tutulan dilekler başka bahara kaldı.
Gezi boyunca ELVEDA GÜLSARI romanındaki karakterleri ve yerleri hayal ederek gezdim.Tanabay’ı, karısı Caydar’ı ,yakın dostu Çora’ yı benzeteceğim insanları aradım.Çıktığım yokuşları ALEKSANDROV yokuşuna benzetip gözüm hep GÜLSARI ‘yı aradı, o yaşlı ve yorgun haliyle nasıl çıkmaya çalıştığını düşündükçe içim burkuldu. Bir ara Türkan’ ın bindiği atı GÜLSARI’ ya benzettim.
Bu dağlar ulu dağlar
Hasretlik yüreğim dağlar
Aleksandrov yokuşunda
GÜLSARIM yatar ağlar
SONGÖL’ den obanın baykesi ve ecesiyle vedalaşıp ayrılırken ALİYA koşarak yanıma geldi, doyasıya sarılıp öperek duygusal bir şekilde vedalaştık. Ama artık biliyorum ki SONGÖL ‘de ALİYA adında manevi bir kızım var.
5.gün ZERRİN AKBAYTUAN
Bugün Kırgızistan’a gelişimizin beşinci günü ve biz dün atlar’la geldiğimiz, severek ama oldukça yorucu bir yolculukla geldiğimiz Son Köl’deyiz. Sabah 8:00 ‘de her zamanki gibi kahvaltı var. Burada Türkiye ‘deki yurt gezilerimizden daha şanslıyız, bir saat geç kalkıyoruz. Gece herkes yorucu yolculuğun ardından rüya görmüştü ,rüyasını anlatıyordu .O kadar acıkmıştık ki sıcak ekmekler gelene kadar bile bekleyemedik. Kahvaltı soframız nefisti ve bizim de bildiğimiz patatesli hıngal da vardı. Bugün bizim için kuzu kesilecekti ve akşam yemeğinde ikram edilecekti.
Kahvaltıdan sonra şef açıkladı, bugün yürüyüş günüydü.Kahvaltıdan sonra gruptan 19 Kişi yürüyüş için hazırlandı ve yürümeye başladık. Yükseldikçe o dağları ve bozkırları görmek müthişti. Yürüyüşün sonuna doğru çok güzel bir su kaynağında dinlendik.
Yürüyüş bitmişti ama göle de girmek istiyorduk, hemen acele ile hazırlanıp 13 kişi 3200 metredeki Sonköl’ e gittik. Su buz gibiydi ama birden atlayınca zaten hiçbir şey hissetmiyordun. Suna ile Yıldız uzun bir süre kaldılar, hiç çıkmak istemediler. Sahildekiler gölün sakin ve kıpırtısız sularında taş sektirmedeki maharetlerini gösterdiler. İlyas rakiplerinin çok da zorlayıcı olamayacağını anlayınca sayabildiğimiz 11 sekmeli taş atışından sonra tekrar bir deneme yapmadı. Bu arada Şef, Ünsal Bey’in ısrarlarına dayanamayıp balık aldı.
Akşam yemeğinde hem balık hem de et vardı, bol proteinli bir yemek olacaktı , o kadar hareketten sonra iyi olacaktı doğrusu. Gölden geldiğimizde öğlen yemeği vaktiydi, yemekten sonra isteyenler tekrar ata bineceklerdi. Şef saat 15:00 gibi ata bineceğimizi açıkladı ama kim bekler ?. Saat 14:00′ e kadar zor sabrettik. Atla gezmek isteyen 13 kişiydik, at binmenin verdiği zevke doyamamıştık, o güzel bozkırlarda ,dağlarda tekrar atlarla dolaşmak, çu çu demek istiyorduk. Bu atlarımız daha güzeldi, daha çeviktiler.
Zaten bindiğimizde bütün atlar birbirlerini takip ediyorlardı.Ama tabii biz yine çu çu demeye başladık. Zaten İlyas Bayke’yi gördüklerinde kırbaçlanacaklarını bilerek hızla koşuyor gibiydiler. Atla gezinti harikaydı, bu gezintilerden aklımda kalan çu çu ve tırrr sesleri ile yükseklerde yaşadığımız özgürlük duygusuydu. Türkan’ın atı çok ilginçti, gezinti yaptığımız yerlerde at sürüleri vardı. Türkan’ın atı yaklaşırken onlara çağrı yapıyordu, şaşırdık, nasıl bağırıyordu. Diğer atlar da bizim istikamete doğru geliyorlardı. Dört saat süren yolculuktan sonra yorgun ama mutlu döndük.
Akşam olmuştu 20:00’de akşam yemeği için buluştuk.
Aksakalımız ve Ece’miz de gelmişlerdi. Aksakalımız yemek öncesi konuşmasını yapıyordu. O’na buraların çocukluğunu hatırlattığını söyledi ve birkaç çocukluk anısını anlattı. Yemekte şahane bir et haşlama ve daha sonra Siga balığını yedik. Çok lezzetli bir balıktı ve şahane yapılmıştı. İlyas’ın göl kenarında anlattığına göre Kırgızlar daha önce balık yemezlermiş, göl balık kaynarmış, hatta yüzmeye girdiklerinde üzerlerine yapışırmış o kadar çokmuş. Rus’lardan balık yemeği öğrenmişler, tabi ki artık eskisi kadar balık yok.
21:00’e kadar yine çok güzel sohbetler yapıldı. Şef O gece Türkler ile Kırgızların ilk karşılaşmalarını anlatıyor. İlk karşılaşmanın 1921 yılında olduğunu öğreniyoruz. İnternet, telefon, elektrik yok, zifiri karanlık . Yemek yerken küçük güneş panelinden sağlanan elektrik ile aydınlatma sağlanıyor. Bolca çay içiyoruz, sofralar da su yok , çay bolca var. Sohbetler yavaş yavaş bitiyor, kalkıyoruz. Ertesi gün Issık göle doğru gidilecek.
6.gün JALE BAYAV
Jaman Echki- Bokonbaevo yeni rotamız. Artık Son Köl’den ayrılma vakti. Farklı, keyifli ve neşeli geçen atlı 2 gün sonrasında her zamanki gibi 7:30 kahvaltı ve 8:30 yola çıkış denmesine rağmen yine bir bilinmeze doğru gidilecek olmasının verdiği heyecandan olsa gerek herkes 8:00 de hazırdı.
3.200 metrede sabahın ayazında yataklarımızdan kalkmak artık bizim için olağan gibiydi. Ece’nin hazırladığı lezzetli menemenli kahvaltılarımızı yapıp 2 gün boyunca özenle bizi ağırlayan aileye sırayla veda edip fotoğraflarımızı da çekip yola koyulduk.
Yol boyunca gördüğümüz her farklı manzarada mola vermek adeti TİBET ÖKÜZLERİNİ görünce de devam etti. Kalmuk Geçidi’ nden aşağıya doğru iniyoruz. Kırgızların en çok savaştığı halkın Kalmuklar olduğu bilgisini de dip not olarak vermeliyim.
Son Köl’ de Asel ile birlikte bize eşlik eden adı Uzak kendi yakın dostumuz gitmiş yerine kısa süreli de olsa İliyas gelmişti.Ona da Kochkor’dan gelen Ernist’ten sonra veda etmek zorunda kaldık. Artık gezinin bitimine kadar Ernist ve Asel ile birlikteyiz. Kızıltuğ köyünde bir köy evinde öğle yemeği molası veriyoruz.. Zaten neredeyse hiç acıkmadan yemeklere otursak ta hep aynı iştahla ve keyifle yendi tüm yemekler. Ayrıca bu köy evinin bahçesinde, yurt çadırlarının ahşaplarının nasıl yapıldığını da uygulamalı olarak görmüş olduk. Kavak, söğüt ve tüm ağaçlar kullanılabiliyor olsa da daha çok tercih edilen kavak ve söğüt. Burada Kavak için GÖKDAL deniliyor. Tündük ise çadırların en tepesinde Bozüy’ü ayakta sabitleyen özel daire şeklindeki kısım.
Bir yurt çadırının ömrü 50 – 60 yıl olabiliyormuş. 7 m2 lik bir çadırın maliyeti yaklaşık 7.000 $ ( 7 kanatlı: kanat daireyi oluşturan yan parçalar, sayı arttıkça büyüklük artıyor) Sırada Kartal gösterisi var. Artık sadece Bokonbaevo’ da yapılan bu gösteri için Ruslan ve ekibi hazır. Aileden gelen bir gelenek olmuş onlar için Bürküt/Kartal avcılığı ve yetiştiriciliği.
Kartallar 15- 20 yıl avcılık için kullanıldıktan sonra tekrar doğaya bırakılıyorlar. Burada biraz özelliklerinden bahsetmem gerekir.
Her gün sadece su içiyorlar, pişmiş et yerlerse sonrasında ölüyorlar. Çok uzağı görebilme yetenekleri olduğu için özel maskeleri var.
Yakın mesafedeki hayvanı yakalaması için önce o maskeyi takıyorlar. Hareket eden her şey hemen dikkatlerini çekiyor. Yaz başlangıçlarında tüy değişimi olduğu için de iyi beslenmeleri gerekiyor. Avlanmalarda daha güçlü ve iri oldukları için sadece dişi kartallar kullanılıyor. 1 adet tavşan yem olarak 3 gün yetebiliyor. Eğitim süreleri 2 yıl ve çok küçükken yapıldığı için de yetiştiricisini ailesi gibi görüyor. Kartalın yaşı arkasındaki kuyruğundan anlaşılıyor. Yaşlandıkça kuyrukları beyazdan siyaha doğru değişiyor. Yakaladığı hayvanı tüyleri ile birlikte yiyor ve 2 gün sonra o tüyleri çıkarıyor.
Kartal gösterisi sonrası kalacağımız köy evlerine geldik. Güneşin etkisi kaybolmadan hızlıca Issık Göl’ün serin sularının tadını çıkarma vakti.
Kırgızistan‘daki irili ufaklı 1923 gölün en büyüğü ve en önemlisi Issık Kul, dünyanın en büyük ikinci krater gölü. Kırgızların dünyaca ünlü yazarı Cengiz Aytmatov’a esin kaynağı olan Issık Göl, Kırgız dilinde ‘ılık’ anlamına geliyor. Civardaki zirvesi karlı dağların soğukluğuna inat kışın donmayan gölün sıcaklığı Temmuz ayında 20 dereceye kadar yükseliyor. Tatil döneminin de başlamasıyla Kırgızların akınına uğrayan bölge tam bir Akdeniz atmosferine bürünüyor.
Kırgızistan’ın en önemli turizm alanlarından biri olan Issık Göl Kırgızlar için bir vaha gibi.
Kırgızistan’ın kuzey kesiminde yer alan göl, deniz seviyesinden 1609 metre yükseklikte, genişliği ise tam 6202 km2. Uzunluğu batı-doğu yönünde 182 km, kuzey-güney genişliği ise 60 km olan göl görünüş olarak bir denizden farksız. Hazar Denizi’nden sonra, dünyanın en büyük ikinci tuzlu gölü aynı zamanda.
Ortalama derinliği 300 metre civarında olan gölün en derin yeri 668 metre. Orta Asya’nın incisi olarak adlandırılan, dünyanın en derin 5. gölünün gümüş gibi ışıldayan berrak sularında 40 m derinlikte yüzen balıkların görülebileceği söyleniyor.
Divan-ü Lügati’t Türk’ün yazarı Kaşgar’lı Mahmut’un Türk Gölü dediği Issık Göl göz alabildiğine uzanıyor önümüzde. Tarihte Karahanlılar gibi Türk Kağanlıkları’nın dinlenme merkezi olan göl, Sovyetler döneminde çevresindeki çok sayıda sanatoryum, pansiyon ve tatil evleriyle popüler bir tatil merkezi haline gelmiş.
Akşam yemeğinde buluşmak üzere evlerimize döndük. Her yemekteki ritüelimiz Aksakal ve Ece’mizin başlangıç konuşmasıyla keyifli sohbetler eşliğinde bu günü de sonlandırdık. Bu akşamın sürprizleri de vardı elbette.
Bunca yıllar boyunca emek ve çabaları için sevgili Ernist’e ve başından beri hiç yorulmadan hepimizle tek tek ilgilenen Asel’e hediyelerimizdi.
Recep beyin beni mutlu eden jestine de ayrıca teşekkür ederim.
Hep birlikte Elveda meyhaneciyi söyleyerek geceyi sonlandırmış olduk.
Yarınki yolculuk KARAKOL a , yine ve yeni heyecanlar, sürprizler bizi bekliyor.
Bir sonraki yazımızda Kırgızistan Yurdu Gezisi – 2017 (7.8.9. Gün) ‘ü okuyabilirsiniz.
0 yorum